Mektup

İçimdeki Koca Çocuğa,

Öncelikle sana üzerinde uzun uzun düşünülmüş, özenilmiş cümlelerle gelmediğim için biraz mahcup olduğumu söylemek isterim. Ama yabancı mıyız canım, sen beni biliyorsun. Benim içimi de biliyorsun ya, ben yine de sana küçük bir mektup yazmak istedim. Uzun yıllar geçirdik seninle. Koskoca çeyrek asır, dile kolay. Çok ağladın, bazen teselli etmeye çalıştım seni. Bazense oturup ben de ağladım seninle. Hatta, senden bile çok ağladığım oldu. Kendi derdime düştüğüm için yaralarını saramadığım oldu. Seni dinlemediğim, parka götürmediğim, sevdiğin oyunları oynamak için eşlik etmediğim zamanlar da. Hakkını helal et, içimdeki koca çocuk. Sen benden daha olgunsun çoğu zaman, anlayışla karşılayacağından eminim. Hiç mi güzel günlerimiz olmadı? Çok… Çok çılgınlıklar yaptık seninle. Düşünmeden nice maceralara atıldık. Niyetlerimiz hep güzel olsa da, neticeleri hep güzel olmazdı.  Ama biz “niyet hayr, akıbet hayr” düsturuna inandığımızdan pek pişman olmazdık. Üstünden zaman geçtiğinde, kavuşamadığımız için şükrettiğimiz çok hayallerimiz oldu. Çok şükür kesişmedik, teğet geçtik; bir çocuğun -ne kadar büyüse de- canını acıtacak dünyalara. Şöyle kenarından bakmak bile yetiyordu gerçi, canımızın yanması için. Ama şifa bulmak için, önce yaralanmak gerek. Şifa vermek için de. “Yaralı şifacı” olmaya niyetlenmiştik bir defa. Tek başına olamazdım, sen olmasan olmazdı. Yaralandığımla kalırdım. Seninle hem ağladık, hem güldük. Geceleri en acıklı türküleri çığırırken; hiç şikayet etmez, sabırla dinlerdin. Sıra sana gelince, çocuk şarkıları söylerdin. Bir bakardım; mini mini kuşlar konmuş pencereme, oradan ovalara yayılmış sesleri… Zaten ben “bir yastık arıyorum kuş seslerinden, gerisi mühim değil.” Teşekkür ederim, içimdeki koca çocuk. Ve şükürler olsun; sürekli sızlayan kalbimin bir odasına, teselli niyetine o çocuğu kondurduğun için Rabbim.

11 Ramazan 1441, Samsun.

Yorum bırakın